Gültekin Kara Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Son dönemlerde otomotiv sektörünün önemli bir eksikliğinin varlığı dikkatimi çekiyor. Bu da kamuoyu ve hükümet nezdindeki sektörel algının yeterince iyi yönetilmemesi. Aslında “iyi yönetemiyor” demek bile, biraz hatalı. Bence yetkililer, otomotiv sektörünün toplam algısını yönetmek için tek bir adım bile atmıyor.

Nedir otomotiv sektörünün en önemli sıkıntısı? Satışların önündeki en büyük engel? Tabii ki vergiler (mi)? Zira, Tür- kiye'deki otomobiller alım gücüne oranla pahalı. Milli geliri kabaca 20 bin TL olarak alsak, otomobile giriş fiyatını da (marjinaller hariç) yaklaşık 27 bin desek, ideal denge olan “milli gelir=en ucuz otomobil” noktasına ulaşmak için yakla- şık yüzde 35'lik bir gelir artışına ihtiyaç var.

Bu büyüme hızıyla gidersek yüzde 35'lik bir milli gelir artışı için bayağı bir beklemek gerekiyor. Ama yüzde 40 olan ÖTV oranı, ideal dengeyi bulmadaki sihirli bir formül gibi ortada duruyor. Burada yapılacak bir iyileştirmenin, satışları artıra- cağı kesin. Ama böyle bir ihtimal, padişahtan kızını isteyen keloğlana sunulan, “Kaf Dağı'nın ardındaki, üç elmayı getir- mesi” şartı gibi bir şey.


Her koşulda kampanya

Peki, bu ihtimal ortada dağ gibi dururken, otomotiv sektörü ne yapıyor? Bence işin basitine kaçıyor. Kaldı ki geçmişte otomotiv fiyatını ucuzlatacak imkanlar sunulduğunda, önce hurda araçta yapılan bazı kâr artırıcı! işlemlerin tüm sektö- re mal edilmesi, daha sonra da ÖTV indirimi yapılmasına rağmen araç satış fiyatlarının artışıyla, anahtar teslimi fiyat seviyesinin korunması. Bu iki örnek de Ankara ve kamuoyu nezdinde otomotiv satıcılarının güvenilirliğini yaraladı. Birin- cisinde Ankara haklıydı ancak, ikincisinde kur baskısı nede- niyle bu artışların çok daha önce yapılmış olması gerektiği yeterince iyi anlatılamadı.

Burada şikayet edilen unsurlara rağmen tüm firmaların he- men her koşulda kampanya yapmaları da ayrıca ilginç bir nokta. Kar yağsa, “Soğuk kışta içinizi aydınlatacak fırsat- lar...” Yeni yıla doğru; herkes Noel Baba misali hediye da- ğıtıyor: “Yeni yıla yeni otomobilinizle girin...” 24 Kasım'da öğretmenlere, 8 Mart'ta kadınlara, Tıp Bayramı'nda doktor- lara... Birinci cemre ile “İlkbahar kampanyaları”, düşen ilk yaprakla “Sonbahar fırsatları...” Artan ÖTV'lerin karşılanma- sı da cabası... Durum böyle olunca, oluşan algı, “Bu oto- motivciler öyle çok kazanıyor ki her dakika bir kampanya yapabiliyor” şeklinde gelişiyor. Aynı algı bankalar için de var. Kart kullanım ya da hizmet ücretlerinin yüksekliği herkesi şi- kayet ettirirken, öne sürülen ana neden, açıklanan “Milyar TL'lik karlar.”

“Zor durumdayız, bu kart ücretlerini, EFT masraflarını alma- lıyız” diyen bir banka, dönem sonunda bilmem kaç milyar TL kâr açıkladığında inandırıcılığı kalmıyor. Tabii ki üretilen her ürünün kendi içinde bir maliyet hesabı var ve dolayısıyla ma- liyeti olan bir ürünün kullanıcılarına bir bedel karşılığı veril- mesi normal ama kamuoyuna bunu aktarmak oldukça güç. Tıpkı, otomotiv sektöründe sıfır araç satımındaki kârların, neredeyse negatife düşmesinin, bu kampanya ortamında inandırıcı olmaması gibi. Böyle bir ortamda siz sektör tem- silcileri ve oyuncuları olarak farklı bir söylem ortaya koyamadığınız anda maalesef günah keçiliği, vergide ilk yükleni- lecek olmaktan da kurtulamayacaksınız.

Sektörün en yetkili derneklerinin hepsinin kendi önceliği ol- ması, bu durumu daha da güçleştiriyor. Bu arada farklı bir istatistik daha verelim. Her ne kadar ÖTV etkisinden bahse- dilse de ortada bir gerçek var o da vergi artışlarının satışlar üzerinde kalıcı bir etkisi olmadığı. Zaten ilk şok firmalar ta- rafından karşılandıktan sonra, “kaynamaya alışan kurbağa” tencereden kaçmıyor ve almak istiyorsa gidip alıyor. Devletin, otomotivi “kümes nüfusundan” sayması ne kadar hatalı ise, sektörün de her musibeti ÖTV'ye bağlaması o kadar kolaycılığa kaçmaktır.


İlk adım iletişim

Lafı toplamak gerekirse, sektörün temsilci derneklerinin farklı bir söylem bulması gerekli. Yıllara bağlı olarak düşen maliyetlerin fiyatlara yansıtılması, bir yöntem olabilir. “Ben araç başına şu kadar Ar-Ge masrafı yapıyorum, bunu devlet karşılasın ben de tüketiciye yansıttığım fiyattan bunu düşe- yim” diyebilen çıkar mı? “2023 hedefine ulaşmak için vergi düzenlemeleri şart” deniyor. Herkes biliyor ki bu hedefler gerçekçi değil ama farklı nedenlerle dile getirilemiyor. Bugün toplam pazarın 800 bin olduğunu varsayarsak, 2023'e kadar olan 10 yıllık süreçte yaklaşık yüzde 10 büyürsek (büyüme sabit olduğu varsayımıyla) 2023'te pazarın 2.1 milyon olaca- ğını varsayabiliriz. Aradaki azalma paylarını da eklerseniz en iyi ihtimalle 1.8 milyon düzeyine iner. Burada şimdiki yüzde 26-74 yerli ithal dengesinin yüzde 50-50 olacağını varsayar- sak iç pazara yönelik üretimin yaklaşık 900 bin adet olması gerekiyor. Yani yine kaba bir hesapla iç pazarı 1 milyon olan bir ülkede yaklaşık 4-4.5 milyonluk bir araç üretimi yapılması gerekiyor.


Bu Almanya'yı yakalamak, “Biz neden olamadık” diye yakınılan Güney Kore'yi geçmek demek. Eğer 10 yıl içinde Türkiye'nin Güney Kore, Almanya gibi ülkeleri geçmesi gerçekçi geliyorsa tamam. Ama gelmiyorsa, bizim hükümeti eleştirmek pahasına da olsa yeni söylemler bulmak gerekiyor. Pazarı farklı yöntemlerle büyütmeye yönelik adımlar (ODD'nin ısrarla üzerinde durduğu araç parkının gençleştirilmesi vs...) önerilebilir. Ama bu öneriler bir anlamda statükonun kırılması demek oluyor ki şu anda bunu yapmaya maalesef kimse cesaret edemiyor. Bu durum sürdürüldüğü sürece, çok farklı bir gelişmenin beklenmesi gerçekçi olmuyor. Dolayısıyla, taleplerin daha ciddi olarak değerlendirilebilmesi için kesinlikle ilk adımın iletişimden atılması gerektiğini düşünüyorum.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next