TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Zümrüt İmamoğlu

“Ekonomiyi güçlendirmek için ‘biz’ olmayı başarmalıyız”

“Mevcut sorunlarımızın çözümü sadece ekonomi politikalarından değil, en başta toplumsal mutabakatımızı yenilemek ve güçlendirmekten geçiyor.”

Dünya ekonomisi hala küresel çapta yaşanan salgının yarattığı sarsıntı ile başa çıkmaya çalışıyor. Sağlığa yönelik endişelerle ve ekonomik kaygıların aynı anda yaşandığı, küresel çapta çok ciddi bir işsizlik sorununa yol açan bu büyük kriz ülkemizde de sarsıcı bir etki yarattı. Türkiye ekonomisi Mart- Nisan 2020 döneminde çok sert bir daralma yaşarken, iç talebi desteklemek amacıyla pek çok ekonomik tedbir devreye alındı. Alınan tedbirlere rağmen ikinci çeyrekte Türkiye ekonomisi yüzde 9,9 daraldı. Yıl başından bu yana istihdam kaybı ise 2,5 milyonu geçti.

Ekonomik daralmayı azaltmak için alınan tedbirler arasında vergi ertelemeleri, istihdam destekleri ve çeşitli sosyal yardımlar vardı. Ancak en çarpıcı olanı kredi yoluyla piyasaya verilen yüklü miktarda likidite desteği oldu. Yılın ilk 6 ayında krediler 600 milyar TL, geçen yıla göre yaklaşık yüzde 30 arttı. Özellikle Kredi Garanti Fonu’nun başını çektiği esnaf ve düşük gelir gruplarına destek olmayı hedefleyen krediler düşük maliyetle kamu bankaları öncülüğünde hızla dağıtılmaya çalışıldı. Bu dönemde Merkez Bankası fonlama maliyetlerini düşürerek faizlerin enflasyonun altına gerilemesini sağladı. Negatif reel faiz krizle mücadelede ana eksene oturdu.

Salgın talep ve arz üzerinde eşzamanlı bir durma etkisi yarattığından alınan bu tedbirlerin amacı şirketlerin nakit akışlarının bozulmasını önlemekti. Bir diğer amaç ise ekonomi açıldığında talebi destekleyerek toparlanmanın hızlı olmasını sağlamaktı. Bunun için haziran sonrası konut ve taşıt başta olmak üzere tüketici kredilerine de hız verildi. Nitekim haziran ve sonrasında tüm göstergelerde hızlı bir iyileşme gözlendi. Sanayi üretimi temmuz itibarıyla kriz öncesinin hala yüzde 9,5 altında seyrediyor ancak krizin dip noktasına kıyasla yaklaşık yüzde 40 yükseldi. Banka ve kredi kartı harcamaları kriz öncesinin yüzde 15 üzerinde seyrediyor. İhracat geçen yılki seviyenin bir miktar altında seyretmekle beraber Avrupa ekonomisindeki hızlı toparlanma nedeniyle tahminlerin üzerinde performans gösteriyor.

Ekonomide asimetrik toparlanma

Salgının hala etkisi altındaki turizm, havayolu taşımacılığı, lokanta, eğlence yerleri, sosyal kültürel faaliyetler gibi alanlarda toparlanma oldukça zayıf kalmaya devam ediyor. Belki de hayatlarında ilk defa kredi kullanan esnaf, zanaatkarlar, mikro işletmeler için ödeme zorlukları endişe yaratıyor. Dolayısıyla ekonomide toparlanma topyekûn değil asimetrik bir yapı gösteriyor.

Kredi büyümesi ve negatif reel faizin sakıncalı yanları

Piyasa faizinin oldukça altında maliyetle kullandırılan krediler hiç şüphesiz nakit sıkışıklığı çeken firmalar açısından faydalı oldu. Tüketici kredileri de salgın tedbirlerinin gevşetilmesi sonrası önemli oranda talep canlanması yarattı. Ancak bu politikaların bir de maliyeti var. Negatif reel faiz nedeniyle tasarruf sahipleri TL yerine altın, döviz gibi alternatif araçları ya da borsa gibi riskli alanları tercih etmeye başladılar. Yurt içi yerleşiklerin döviz tevdiat ve kıymetli maden hesapları 196 milyar dolardan 214 milyar dolara yükseldi. Yabancı yatırımcı ise yılın başından bu yana yaklaşık 13 milyar dolarlık TL varlık satışı gerçekleştirdi. Salgın nedeniyle turizm gelirlerinin önemli ölçüde kısıtlanması ve artan kredilerin yarattığı talep cari açıkta da önemli bir artışa neden oldu. İlk 6 ayda Türkiye’nin cari açığı yaklaşık 20 milyar dolar oldu.

Ekonomide artan döviz talebi kur üzerinde ciddi baskı yaratırken ekonomi yönetimi rezerv politikasıyla kurdaki artışı engellemeye çalıştı. Ancak bu politika rezerv kayıplarını önemli ölçüde hızlandırdı. Ocak ayına kıyasla Türkiye’nin brüt döviz rezervi 28 milyar dolar azalırken, döviz swapları hariç brüt döviz rezervi 67 milyar dolar azaldı (Şekil 1). Son açıklanan 28 Ağustos verisinde brüt döviz rezervlerimiz 41 milyar dolara gerilemiş görünüyor. Elbette bunların yanında yaklaşık 43 milyar dolarlık altın rezervi olduğunu ekleyelim. Ancak uygulanan politikalar ve hızla azalan rezervler yabancı yatırımcıların dikkatini çekmiş durumda.

Kredi derecelendirme kurumları da sıklıkla rezerv kayıplarına, negatif faizin ve hızlı kredi genişlemesinin yarattığı risklere atıf yaparak endişelerini dile getiriyorlar. Fitch Ağustos 2020 raporunda Türkiye’nin ülke görünümünü negatife çevirdi.

Merkez Bankası’ndan politika değişimi

Tüm bu unsurlar artık ekonomide bir politika değişikliğini gerekli kıldı ve Merkez Bankası Ağustos 2020 itibarıyla kura müdahale ettiği rezerv politikasını gevşetti, faizleri ise yukarı çekmeye başladı. Politika faizi artmasa da ortalama fonlama maliyeti çeşitli yollarla artırılarak mevduat ve kredi faizlerinin 250-450 baz puan arasında yükselmesini sağladı (Şekil 2). Kurdaki artış ise hala devam ediyor.

Merkez Bankası’nın politika değişimi henüz istenilen etkiyi yaratmadı. Önümüzdeki dönemde faiz artışları ve kredilerde yavaşlama devam edecek. Rezerv kayıplarının azaltılması için cari dengenin kontrol altına alınması ve yabancı sermayeyi tekrar Türkiye’ye çekecek politikaların benimsenmesi gerekiyor. Tabii içeride de TL’ye güvenin sağlanması yurt içi yerleşiklerin döviz talebinin sınırlanması için oldukça önemli.

Güveni sağlayabilmek için gerek ekonomi yönetiminin gerekse Merkez Bankası’nın politikalarını şeffaf ve net bir şekilde piyasaya anlatmaları gerekiyor. Faiz politikasında tali yollara başvurmak yerine politika faizinin kullanılması, kura müdahaleden vaz geçilmesi mutlaka yardımcı olacaktır. Reel ekonomi için ise istikrar her şeyden önemli. Kredi büyümesiyle ekonomi canlandırılıp, cari dengenin bozulduğu ve bu sefer cari dengeyi kontrol altına almak için kredilerin yavaşlatıldığı bir döngüyü 2017’den beri yaşıyoruz. Lunaparktaki hız treni gibi bir alçalan bir yükselen ama ortalamaya baktığınızda son üç yıldır büyümeyi başaramayan bir ekonomimiz var.

Hedef, “istikrarlı büyüme”

Bundan sonraki politikalar ne büyümeyi ne de istikrarı tek başına hedeflemeli, hedef “istikrarlı büyüme” olmalı. Kredilerin ve faizlerin bir inip bir çıkmadığı bir ortam yaratmalıyız. Dış ve iç dengelerimiz istikrarlı büyüme potansiyelini şu anda yaklaşık 3-3,5 olarak gösteriyor. Hiç şüphesiz ki Türkiye için iddialı bir büyüme değil. Daha da önemlisi salgın nedeniyle artan işsizlik sorununu çözebilecek bir büyüme de değil bu oranlar. Dengeleri sarsmayacak büyümeyi çok daha yükseklere çıkarabilmek için ekonominin, verimlilikte ve rekabet gücünde artışa ihtiyacı var.

 “2003-2007 arasında kamu maliyesi ve bankacılık reformlarına ağırlık vermek, yatırımcı güvenini bağımsız ve liyakate dayalı kurumlarla sağlamak ve AB ile ilişkilerde ilerleme kaydetmek Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler arasında bir yıldız yapmıştı. Benzer bir performansı hala yakalayabiliriz.”

Verimlilik ve rekabet gücünü nasıl artırırız?

Şüphesiz kuru artırarak değil. Türkiye’nin reel efektif kuru ağustos itibarıyla 2001 krizi seviyelerinin altında seyrediyor ama dünya ihracatından aldığımız pay son 10 yıldır maalesef artmadı. 2003-2007 arasında ise müthiş bir artış kaydetmiştik, üstelik TL diğer para birimlerine kıyasla değer kazanmış, reel kur endeksi yükselmişti. O dönemde ağırlık verilen kamu maliyesi ve bankacılık reformları, yatırımcı güveninin bağımsız ve liyakate dayalı kurumlar ile sağlanması ve Avrupa ile ilişkilerde ilerleme Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler arasında bir yıldız yapmıştı. Benzer bir performansı hala yakalayabiliriz.

  • Yeni reform alanları olarak önümüzde vergi, eğitim ve iş gücü var.
  • Yenilikçilik ve dijitalleşmede çağı yakalamak için gerekli düzenlemeleri hızla hayata geçirebiliriz.
  • Ticari ortaklarımızla stratejik ve uzun vadeli ilişkilerimizi geliştirebilir ve yatırımcının güvenini geri getirmek için düzenleyici ve denetleyici kurumlar ile yargı sisteminde bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünü güçlendirebiliriz.

“Bölünmüş toplum ilerleyemez”

Türkiye’nin ekonomisinin müthiş bir potansiyeli var ve şu anda olduğu yerden çok daha fazlasını, çok daha iyisini başarabilir. Ama ancak biz istersek, biz yaparsak başarabilir. Bunun için ilk yapmamız gereken az önce saydığım listeyi hayata geçirmek için kolları sıvamadan önce “biz” olmayı başarabilmek; dil, din, ırk, değer ve yargılarımızı, ideolojilerimizi bir yana bırakıp bu ülkenin geleceği için “biz” olmak. Toplumsal kutuplaşma, daha da kötüsü kamplaşma bir ülkenin ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir. Artık doğrular ve yanlışlar objektif olarak ortaya koyulmuyorsa, bizden biri yaptıysa kötüye iyi, sizden biri yaptıysa iyiye kötü deniliyorsa toplum bölünmüş demektir. Bölünmüş bir toplum ise ilerleyemez. Mevcut sorunlarımızın çözümü sadece ekonomi politikalarından değil, en başta toplumsal mutabakatımızı yenilemek ve güçlendirmekten geçiyor.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next