Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF, Prof. Dr. Halit Keskin Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

 “Ar-Ge’ye ve inovasyona yapılan yatırım sadece milli geliri değil, kişi başına düşen gelir seviyemizi de artırmayı sağlayacaktır. Yeni teknolojilere ve inovasyona yatırım yapan, trendleri erken keşfeden ve yakalayan üreticiler gelecekte ciddi rekabet avantajı elde edecekler. Geleneksel otomotiv üreticileri de vakit kaybetmeden yazılım ve teknoloji altyapıları güçlü firmalarla iş birlikleri yaparak hızlı dönüşümü yakalayabilirler.”

Ar-Ge ve inovasyon günümüz is dünyasının kilit unsurlarından biri. İnovasyon deyince aklınıza ilk olarak ne geliyor? Sizce bugün dünyada Ar-Ge alanında önemli trendler nelerdir? Gelecekte bu trendlerin nasıl değişeceğini düşünüyorsunuz?

Tarihte her yeni devir kendine özgü politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelerle şekillenmekte ve değişimin yarattığı dönüşümle başa çıkmak zorundadır. Değişim sadece geleceğe ilişkin ekonomik büyüme varsayımlarımızı yıkmakla kalmaz, aynı zamanda insanlığın gelişimi ve sosyal ilerleyişe dair yeni hedefler ve beklentiler oluşturur. Teknolojik yeniliklerin hızı ve kapsamı da ilham verici olmakla beraber, mevcut düzende yıkıcı etkiler meydana getirecek güçtedir. Örneğin bir yanda veri analitiği, nanoteknoloji, yapay zekâ, nörobilim ve geleneksel olmayan (unconventional) enerji işletmeleri; sanayileri ve ekonomileri köklü bir değişime maruz bırakmaktadır. Diğer yanda, işsizlik, gelir eşitsizliği ve küresel arenada ulusal rekabeti artırma endişesi gibi sosyal ve toplumsal sorunlar, teknolojik yenilikler çerçevesinde değerlendirilmekte ve çözüm çabalarının odağına yerleşmektedir.

İnovasyonun fonksiyonel ve sosyal yönleri arasındaki bu ikilem inovasyona dair ortak bir anlayışa varmamızı; toplumlar, işletmeler ve çevremiz için nasıl daha yüksek bir değer yaratabileceğine dair bilinç geliştirmemizi zorlaştırmaktadır. Bu nedenle günümüz iş dünyasında inovasyona kontrol edebildiğimiz kaynaklar ve çevre faktörleri esasında bakmak yerine, birbirleri ile bağlantılı kaynak ağları ve veri akışları temelinde eşi görülmemiş bir hızda büyüyen küresel ekonomi çerçevesinde bir inovasyon perspektifi getirmek gerektiğini düşünüyorum. Bu eksende günümüz iş dünyasında inovasyon değince iki önemli unsuru ön plana çıkarmak gerekiyor. Bunlar inovasyonun kaynağı ve hedefidir.

İlk olarak, inovasyonun itici gücü yani kaynağı değişmektedir. Günümüzde inovasyonun kaynağını yalnızca sahip olunan nadir, taklit edilemez ve değerli kaynaklar ya da sanayi giriş bariyerleri gibi rekabetçi avantaj unsurları oluşturmaz. İnovasyonun kaynağını, sınırlı kaynaklara meydan okuyan bir dijital dünyada çok daha düşük maliyetlerle çok daha yüksek yıkıcı etkiler yaratabilecek ve küresel değer zincirleri içerisinde yerleşik iş modellerini yıkabilecek bir küresel bağlantılar ağı oluşturmaktadır.

İkincisi, inovasyonun hedefi değişmekte ve giderek işletmelerin bireysel hedeflerinin ötesine gecen bir etki alanına sahip olmaktadır. İşletmeler inovasyon stratejilerini belirlerken yaygın etkilerinin yalnızca kendileri ve kurumsal çevreleri üzerinde olmayacağının bilincinde olmalıdırlar. Çağımızın belirleyici özelliği olan küresel veri akışları ve kaynak ağları inovasyon olanaklarını artırırken, etkilerinin öngörülmesi çok zor olan karmaşık sistemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Bu da inovasyonun küresel ekonomik, sosyal ve çevresel alanlarda müdahale edilmesi mümkün olmayan ve öngörülen sınırların dışına çıkabilen olumlu ya da olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir. İnovasyonu giderek planlanması, hatta etkilerinin öngörülmesi zor olan bir süreç haline getiren bu “küresel kompleksite”, işletmelerin inovasyon strateji ve politikalarına da yön veren bir unsurdur. Bu doğrultuda inovasyonun hedefi işletmelerin bireysel performans ve rekabet çıktılarından, bütünleşik bir küresel değer yaratma esasına yönelmektedir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun başkanı, inovasyonu; “Küresel Kurumsal Vatandaşlık” hedefi doğrultusunda, iş dünyası ve liderlerinin kendilerini sürdürülebilir gelişime adadıkları bir süreç olarak görülmesi gerektiğini önermiştir. Küresel kurumsal vatandaşlık işletmelerin, iklim değişimi, enerji tasarrufu, doğal kaynakların korunması ve yönetimi gibi küresel sorunları çözmek için gösterdikleri çaba doğrultusunda gelişir. Sonuçlarının öngörülemez olduğu bir inovasyon çerçevesinde işletmelerin küresel kurumsal vatandaşlık çabaları içinde olmaları hem kendileri hem de bu karmaşık sistem içinde bulunan tüm paydaşlar için sürdürülebilir değer yaratacaktır.

Dünya ekonomisinin büyüme gösterdiği dönemlerde bilim, teknoloji ve yenilik talepleri yükselmiş, dolayısıyla ülkelerin Ar-Ge yatırımları hızlı bir büyüme içerisinde olmuştur. Ancak dünya ekonomisinin belirsizlikle çevrili olduğu, değişkenlik ve dengesizlik gösterdiği günümüzde Ar-Ge yatırımlarına ilişkin risk profili artmaktadır. Firmaların Ar-Ge yatırımlarına ilişkin yatırım getirileri giderek düşmekte ve işletmeleri giderek maliyetlerini azaltmaya ve satış fiyatlarını düşürmeye zorlamaktadır. Bu nedenle firmalar etkinliklerini ve verimliliklerini artırmak için Ar-Ge faaliyetlerini firma sınırlarının dışına taşımaktadırlar. Ar-Ge giderek firma bazlı bir yetkinlik olmaktan çıkmakta ve firmaların sosyal sermayeleri, paydaşlarıyla ilişkileri, çevresel, kurumsal, yasal bağlantıları yoluyla gerçekleştirdiği bir süreç olarak yönetilmektedir. Firma sınırları içerisindeki en yaratıcı, en parlak, en girişimci çalışan bile tüm dünyadaki bilgi ağı, uzmanlık çeşitliliği ve beceri kümesi ile karşılaştırıldığında okyanusta küçücük bir kum tanesi olarak kalmaktadır. Dolayısıyla firmalar Ar-Ge süreçlerinde giderek firma dışı kaynak ve unsurlardan faydalanmaktadırlar ve bunları motive etmek, süreçlerine dâhil etmek için özel bir uğraş içine girmektedirler.

Gelecekte, merkezi olmayan bir Ar-Ge anlayışının yaygınlaşacağını öngörüyorum. Çok yakın gelecekte işletmelerin Ar-Ge faaliyetlerini tamamen firma sınırları dışına taşımasını kolaylaştıran bir küresel Ar-Ge ağı oluşacağını düşünüyorum. Firmalar Ar-Ge faaliyetlerini yalnızca dış-kaynaklama yoluyla değil farklı bağlantılar, ilişkiler, veri ve kaynak alışverişleri oluşturarak alışılagelmedik yollarla müşterileri, tedarikçileri, hatta rakipleri ile birlikte yürütmeye hazır olmalıdırlar. Teknoloji belirleyici firmaların yol gösterici olduğu, araştırma kuruluşlarının geniş bir bilimsel ve pratik araştırma faaliyetleri portföyü sunan birer platform yarattığı ve Ar-Ge değer zincirinde proje bazlı iş birliklerinin gerçekleştiği bir ekosistem gelişecektir. Bu doğrultuda Ar-Ge yatırım ve faaliyetlerinde kaynak ve risk paylaşımlarının, varlık ortaklıklarının ve kitle fonlamaları ön plana çıkacağını düşünüyorum.

 “Türkiye’de inovasyon temelli bir kalkınma gerçekleştirilmesi için; Ar-Ge ve inovasyon merkezli organizasyonlar kurulması, kamu, sanayi ve üniversite üçlüsünün bütünleşik bir Ar-Ge ve inovasyon kapasitesi oluşturması gerekmektedir.

Sizce Türkiye inovasyon konusunda hangi aşamada? Ülkemizin Ar-Ge ve inovasyon anlamında küresel rekabette yol kat edebilmesi için gerekli reformlar nelerdir?

Türkiye 2011-2019 dönemini kapsayan “Yenilikçilik Endeksi”nde 36,93 puanla 126 ülke arasında 50. sırada bulunmaktadır. 2011’de 34,1 puanla en düşük ve 2016’da 39 puanla en yüksek yenilikçilik konumunda bulunmuştur. Türkiye’nin bilim ve teknolojideki yükselme hedeflerine bakıldığında son yıllarda olumlu gelişmeler olsa da istenilen yenilikçilik düzeyinin altında olan bu sıralama akıllara “Acaba Türkiye yeterli düzeyde Ar-Ge harcamaları gerçekleştirmiyor mu?” sorusu gelmektedir. 2018 verilerine bakıldığında Türkiye Ar-Ge harcamalarına 8,1 milyar dolar ayırmıştır. Bu miktarın Amazon’un 22,6 milyar dolar Ar-Ge bütçesinin yarısını bile oluşturmadığı göze çarpmaktadır. Türkiye’de inovasyon temelli bir kalkınma gerçekleştirilmesi için; Ar-Ge ve inovasyon merkezli organizasyonlar kurulması, kamu, sanayi ve üniversite üçlüsünün bütünleşik bir Ar-Ge ve inovasyon kapasitesi oluşturması gerekmektedir.

Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik gelişim hedefleri doğrultusunda, Ar-Ge ve inovasyon sistemleri anahtar rol oynamaktadır. Dünya Ar-Ge yarışına baktığımızda Ar-Ge’ye yatırım yapmayan ülkelerin ekonomik ve sosyal olarak gelişim gösteremedğini görmekteyiz. Ar-Ge’ye ve inovasyona yapılan yatırım sadece milli geliri değil, kişi başına düşen gelir seviyemizi de artırmayı sağlayacak yapı taşlarıdır.

Bir diğer önemli faktör de Ar-Ge çalışan sayısının artırtılmasıdır. Nitelikli ve uzmanlık bilgisine sahip Ar-Ge personeli Ar-Ge’ye yapılan yatırımların ve ayırılan kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasında önemli bir rol oynar. Bu nedenle küresel Ar-Ge yarışına baktığımızda, ABD, Japonya, Almanya ve Çin gibi inovasyon ve Ar-Ge alanında en gelişmiş ülkeler Ar-Ge harcamaları ve Ar-Ge yoğunlukları ile orantılı bir şekilde Ar-Ge personeli sayısını artırmaktadırlar. Türkiye’de kamuda çalışan Ar-Ge personeli sayısının özel sektör ve üniversitede çalışan Ar-Ge personelinin çok gerisinde kaldığı görülmektedir. Bu tablonun değişmesi için kamu Ar-Ge çalışanı sayısının artırılması ve sanayi ve üniversite işbirliği altyapısının güçlendirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca küresel yenilikçilik endeksinde nasıl daha üst düzeylere gelebileceğimizi anlamak için bu endeksi oluşturan kriterlere de göz atmak gerekmektedir. Yenilikçilik puanlarının hesaplanmasında, ülkelerin yenilikçi faaliyetlerini mümkün kılan ulusal ekonomi ve çevre faktörleri değerlendirmeye alınmaktadır.

Bunlar:

1) Kurumlar

2) İnsan sermayesi ve araştırma

3) Altyapı

4) Pazar çeşitliliği

5) İşletmelerin çeşitliliği

Ayrıca yenilik çıktıları iki düzeyde ölçülmektedir. Bunlar:

  1. Bilgi ve teknoloji çıktıları
  2. Yaratıcı çıktılar

Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin inovasyon yarışında küresel düzeyde rekabet edebilmesi için her bir unsurda dönüşüm hedefleyen köklü ve kapsamlı planların yapılması gerektiği görülmektedir.

İnovasyon endeksinde üst sıralara yükselebilmenin ardında Ar-Ge yatırımlarının ticarileştirilebilir ürün ve teknolojiler, patent ve lisanslar ve başarılı start-up’lar aracılığıyla ekonomik kazanca dönüşmesini sağlayacak çevresel, yasal ve ekonomik koşulları sağlamak yatıyor. Türkiye’nin, Ar-Ge ve inovasyona daha fazla yatırım yapmanın ötesinde, ulusal yenilik sistemlerini güçlendirici adımlar atması gerekmektedir. İnovasyon ve teknoloji odaklı kurumlar oluşturması ve bu kurumlar arası bilgi, kaynak ve politikalar paylaşımını artırması gerekmektedir. Bunun için hedeflerin ve vizyonun açıkça belirlenerek öncü inovasyon kurumlarında içselleştirilmesi için özel bir çaba sarf edilmesi gerekmektedir. Ayrıca kurumların entegre bir sistem içerisinde çalışması hedeflere ulaşılabilirliği artıracaktır.

Ayrıca Türkiye’nin uluslararası düzeyde rekabet edebilecek teknolojik ürünler üretmesi pazar kapsamını ve küresel ekosistemdeki varlığını artırmalıdır. Son yirmi yıldır hem işletmeler hem de ülkeler en değerli varlıklarının markaları oldukları gerçeğinin farkına varmıştır. Bu durum hem akademik hem de uygulayıcıların markalaşma konusuna olan ilgisini arttırmıştır. Teknolojik markalaşma; firmaların ürettikleri teknolojilerin beşeri sermaye, ürün ve hizmetler yoluyla pazar değerinin artmasını ve sürdürülebilir uzun dönem başarı elde etmesini sağlamaktadır. Türkiye sanayisinin Ar-Ge skor kartlarının oluşturulması ve yetkinlerinin belirlenmesi gerçekçi stratejilerin belirlenmesi için temel teşkil edecektir. Teknolojik markalaşma firmaların sunduğu teknolojilerin uluslararası düzeyde var olabilmesi için gerekli olan stratejilerin belirlenmesi ve alt yapı sistemlerinin kurulup yol haritalarının çizilmesine yardımcı olacaktır.

“Dijitalleşme eşittir bütün dünya...”

Dijitalleşme neden önemli? Bu konuda yapılması gereken çalışmalar ve önerileriniz nelerdir?

10 yıl öncesi ve 10 yıl sonrası arasında akıllara durgunluk veren gelişmeler yaşandı. Bugün dijitalsen bütün dünyaya ulaşabilirsin. Daha önce hayal bile edilemeyecek, mucize gibi bir şey bu... Akıllı telefonu olan yaklaşık 3.5 milyar kişiye internetten ulaşabilmek… 2007’den sonra bütün ezberler bozuldu. Çığır açan yıkıcı yeniliklerin ardı arkası kesilmiyor. Dijitalleşme eşittir bütün dünya...

Eğer bu dijitalleşme devrim süreçlerinin gereklerini yerine getiremezseniz her şeyin dışında kalırsınız. Dijitalleşme bu nedenle önemli ve gerekli. Çok kısa bir süre sonra anolog bir şey kalmayacak (retro sevenler hariç), algoritmalar birbiriyle konuşarak bütün iş ve işlemleri, süreçleri otonom yürütecek. Büyük veriyi işleyip en iyi şekilde analiz edenler geçmiş yüzyılın petrolünü ya da  altınını bulmuş gibi olacak... Veri eşittir para oldu, eşsiz bir kaynak. Birçok şey tedavülden kalkacak. En hızlı şekilde müşteriye/kullanıcıya ve taleplere yanıt verenler ve bunu sürdürebilenler rekabet üstünlüğünü sağlayacak. Yapılması gereken ise işte bütün bu dinamiklere dijital vizyonla ve hızla adapte olabilmektir.

Büyük veri ve yönetimi konusunda dünyada ne gibi gelişmeler oluyor?

Büyük veri kavramı son 10 yıldır gündemde olan ve teknojideki gelişmelerle beraber kullanımı yaygınlaşan bir olgudur. Son dönemde büyük veriye ek olarak smart-data (akıllı veri) ve fast-data (hızı veri) dediğimiz iki kavram ön plana çıkmaktadır. Toplanan tüm verinin analizinden ziyade karar alma süreçlerinde kullanabileceğimiz akıllı verinin anlamlandırılması ve kullanımı daha hızlı geri dönüşler alabileceğimiz bir alandır. Ayrıca, gerçek zamanlı olarak akan verinin analiz edilip karar süreçlerine dahil edilmesi şu anda dünyada yükselen bir trend olarak karşımıza çıkıyor.

Büyük veri kapsamında ülkemizde ne gibi hazırlıklar oluyor veya  neler yapılmalıdır?

Dünyada ve Türkiye’de özellkle B2C ağırlıklı çalışan sektörlerde (telekomünikasyon, bankacılık, sigortacılık, perakande vb) çok önemli miktarda veri toplanmakta fakat henüz çok az bir kısmı analiz için kullanılmaktadır. Özellikle son yıllarda bilişim teknolojilerinde altyapı ve yazılım alanlarındaki gelişmelerle birlikte verinin toplanması oldukça kolaylaşmış durumdadır. Büyük veriyi işlemenin ve anlamlandırmanın önündeki en büyük engel yetişmiş veri bilimcisi sayısının az olmasıdır. Hem dünyada hem de Türkiye’de veri bilimi konusunda uzmanlaşmış iş gücü yetiştirmek büyük önem arzetmektedir. Uygulamalı veri bilimi alanında kalifiye kişilerin yetiştirilmesi ülkemiz için öncelikli konulardan biri olmalıdır. Gerekli yetkinliğin oluşturulması ve büyük veriden faydalanabilmemiz için akademi ile özel sektör iş birliklerinin artırılması gerekmektedir.

 “Akıllı fabrikalar kurmak sadece teknolojiyi satınalma gücüne sahip olmak değildir. Teknoloji bu işin sadece küçük bir parçasıdır, önemli olan teknolojiyi yönetebilecek, sürdürülebilir hale getirebilecek dijital yetkinliğe sahip insan gücüdür. Bunun için özel sektör ve sanayiciler, dijital olgunluk seviyelerini tespit ederek ve ihtiyaç analizlerini yaparak kamu ile çok sıkı bir iş birliği içinde olmalıdır.”

Teknolojik gelişmeleri ve dijitalleşen çağı da göz önünde bulundurduğumuzda, ülkemizin de küresel arenada rekabet dinamiklerini destekleyebilecek gerekli çalışmalar neler olabilir?

Dijital çağı yakalamak ve trendlere ayak uydurmak için teknolojiyi fonlamak en önemli konulardan biridir. Kamu ve özel sektör iki koldan teknolojinin finansmanı için kaynak ayırmalıdır. İnovatif teknoloji start-up’ları, sanayicinin en önemli Ar-Ge merkezleridir aslında... Bu farkındalıkla sanayici ihtiyaç duyduğu ve duyacağı teknolojiyi start-up’lara yatırım yaparak Ar-Ge faaliyetlerini dış kaynaktan temin edebilir. Böylece, dijital dünyanın hızıyla senkronize olabilir. Platformlarla bu eşleştirmeler çok kolay, efektif ve gerçek zamanlı yapılabilir. Ayrıca, teknolojik trendleri kavrayabilen, yakalayabilen ve uygulayabilen dijital okur yazarlığı olan yeteneklere de yatırım yapılmalıdır. İşin özü şu, akıllı fabrikalar kurmak sadece teknolojiyi satınalma gücüne sahip olmak değildir. Teknoloji bu işin sadece küçük bir parçasıdır, önemli olan teknolojiyi yönetebilecek, sürdürülebilir hale getirebilecek dijital yetkinliğe sahip insan gücüdür. İşte bunu gerçekleştirmek için beyaz yakanın yanında mavi yakalıların da dijital eğitim alması şart. Endüstri Meslek Liseleri “Dijital Teknoloji Liseleri” haline gelmeli ve tüm dünyada eksikliği çok yoğun hissedilen bu alandaki açık, çok hızlı bir şekilde kapatılmalıdır. Kamu, Türkiye’nin bu dijital dünyanın içinde olması için birçok konuda hızlı ve radikal adımlar atıyor, bu öncü rolün artarak devam etmesi gerekmektedir. Özel sektör, sanayiciler de dijital olgunluk seviyelerini tespit ederek, ihtiyaç analizlerini yaparak kamu ile çok sıkı bir iş birliği içinde olmalıdır. Biz birbirimizle değil; dünya ile rekabet için el ele bu dijital yolculuğu devam ettirmeliyiz.

Çalışmalarınızda özel sektör veya kamu kurumları ile iş birliği yapıyor musunuz, yapıyorsanız bu çalışmaları ne şekilde yürütüyorsunuz?

Kamu kurumları ve özel sektörde dijital dönüşüm farkındalık çalışmalarımızı ve eğitim programlarımızı yürütüyoruz. Dijital dönüşümün en önemli başarı faktörlerinden birisi dijital dönüşümün kurumların temel stratejik hedefleri arasında yer alması ve üst yönetim tarafından desteklenmesidir. Biz de bu kapsamda öncelikli olarak üst yönetimde dijital vizyon oluşturulmasında yönetsel mentorluk yapıyoruz. STK’lar, üniversiteler ve kamu kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yürütüyoruz. Ek olarak, kurumların dönüşümde ihtiyaç duyacağı dijital yetkinliklerin geliştirilmesiyle ilgili teknik eğitimlerimiz ve çalıştaylarımızla kurumlara katkıda bulunuyoruz. Ayrıca, üniversite-sanayi iş birliğinin etkin şekilde hayata geçirilmesi için  teknoparklar ve kapsamında yer alan start-up’ların geliştirdiği teknolojik çözümlerle sanayicilerin ihtiyaç duyduğu teknolojiyi buluşturarak ülkemize katma değer yaracak bir oluşuma öncülük ediyoruz.

 “Otomotiv sektörü, dijitalleşmeyle beraber büyük bir dönüşüm yaşıyor”

Yapay zekâ ve nesnelerin interneti konularındaki gelişmelerin etkilediği sektörlerden biri de otomotiv sektörü. Otomotiv sektörü için ne tür fırsatlar görüyorsunuz? Gelecek 10 yılda otomotiv teknolojilerinde ne tür gelişmeler bekliyorsunuz?

Otomotiv sektörü dijitalleşmeyle beraber büyük bir dönüşüm içerisindedir. Yakın gelecekte elektrikli otomobillerin üretimi ve pazar payı ciddi ölçüde artacaktır. Büyük otomobil üreticilerinin çoğu elektrikli araç üretimine başlamış durumdalar ve önümüzdeki dönemde bu segmentteki üretimleri geleneksel otomobil üretiminin önünde geçeceğini düşünüyorum. Diğer taraftan, otonom/sürücüsüz araçlarla ilgili birçok çalışma devam etmektedir. 2025’te araçların yüzde 10-15’inin otonom sürüş yeteneğine sahip olacak şekilde üretilmesi bekleniyor. Uçan arabalar, yürüyen arabalar üretilmeye test sürüşleri ya da uçuşları yapılmaya başlandı.

Otomotiv sektörü, dijital teknolojilerden en çok ve hızlı bir şekilde etkilenecek sektörlerin başında gelmektedir. Yeni teknolojilere ve inovasyona yatırım yapan, trendleri erken keşfeden ve yakalayan üreticiler ciddi rekabet avantajı elde edecekler. Bugün otonom araçlarda binlerce sensör yer almaktadır ve her saniyede, bu sensörler aracılığıyla çok büyük hacimde veri oluşturulmaktadır. Bu veriyi hızlı bir şeklide analiz ederek güvenli sürüş sunmak için yapay zekâ algoritmaları, bulut ve sis bilişim teknolojileri, nesnelerin interneti aktif olarak kullanılmaktadır. 10 yıl önce böyle bir dönüşümün olacağına ve otomotivin bu denli gelişeceğini kimse öngörmüyordu. Geldiğimiz noktada, radikal bir dönüşüm çağına girdik. Bu dönüşüm yakın gelecekte etkisini artırarak devam edecek ve kısa zamanda bambaşka bir otomotiv sektörü ve kavramı hayatımıza girmiş olacaktır. Geleneksel otomotiv üreticileri de vakit kaybetmeden yazılım ve teknoloji altyapıları güçlü firmalarla iş birlikleri yaparak hızlı dönüşümü yakalayabilirler.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next