Türkiye İş Bankası Baş Ekonomisti İzlem Erdem Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Dünya ve Türkiye ekonomisindeki güncel gelişmeler ve kısa dönemli beklentiler

“Küresel piyasalardaki risk algısındaki değişim ve Türkiye’ye özgü gelişmelerin etkisiyle Ağustos 2018’den itibaren oynaklığın arttığı yurt içi finansal piyasalar, 2019’un ilk yarısında da dalgalı bir seyir izledi. Son dönemde ise gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikasında ekonomiyi destekleyici yönde bir duruş sergilemeye başlamalarını, yüksek dış finansman ihtiyacı olan ülkemiz açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.”

2018’de bir önceki yıl yakaladığı büyüme performansını büyük ölçüde korumayı başaran dünya ekonomisinin 2019’la birlikte tedrici olarak ivme kaybı sergilemeye başladığını görüyoruz. ABD öncülüğünde dış ticarette alınan korumacı önlemler söz konusu ivme kaybında başlıca etken olurken, jeopolitik gelişmeler de küresel büyüme üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Özellikle ABD’nin İran ile yaşadığı gerginlikler başta olmak üzere yakın coğrafyamızda yaşanan gelişmeler izleniyor. En önemli ihracat pazarımız konumundaki Avrupa Birliği tarafında ise “Brexit” süreci küresel piyasaların gündeminde yer almaya devam ediyor. Sürecin Ekim 2019’a ötelenmesi kısa vadeli riskleri azaltsa da, son dönemde anlaşmasız bir çıkış ihtimalinin sıklıkla ifade edilmesi konunun orta vadede küresel ekonominin gündeminde kalacağını gösteriyor.

Küresel ekonomik aktivitede gözlenen ivme kaybı ve enflasyonda görülen düşüş önde gelen merkez bankalarının 2019’da para politikalarının yönünü büyümeyi destekleyici yönde değiştirmelerine neden oldu. ABD Merkez Bankası FED, Mart 2019 toplantısında daha önce 2 olan 2019 yılı faiz artırım sayısı beklentisini sıfıra indirirken piyasalarda FED’in Temmuz 2019 toplantısında yeni bir faiz indirim döngüsüne girmesi yönünde beklenti oluştu. Sene başında toplantı metinlerinde 2019 ortasına kadar faiz artırımına gitmeyeceği ifadesine yer veren Avrupa Merkez Bankası da, bu tarihi iki kez öteleyerek Haziran 2019 toplantısında en erken 2020 ortasına kadar faizleri mevcut düşük seviyesinde koruyacağı taahhüdünde bulundu. Gelişmiş ülke para politikası uygulamalarında yaşanan tüm bu gelişmeler likidite koşullarının yılın kalanında gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye girişlerini destekleyeceğine işaret ediyor. Bununla birlikte, son yıllarda olduğu gibi sermaye akımlarının yön tayininde gelişmekte olan ülkelerin kendilerine özgü risk faktörleri önemini korumaya devam edecektir. Öte yandan, gelişmiş ülkelerde gözlenen ivme kaybının küresel talep koşulları dikkate alındığında ticaret kanalı üzerinden ilgili ülkelerin büyüme performansı üzerinde aşağı yönlü risk oluşturduğunu değerlendiriyoruz.  

2019’un ilk çeyreğinde yıllık bazda yüzde 2,6 daralan Türkiye ekonomisi mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilere göre bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,3 oranında büyüme kaydetti. Böylece 2018’in ikinci çeyreğinden bu yana çeyreklik bazda daralan Türkiye ekonomisi, bu yılın ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre pozitif büyüme kaydederek teknik olarak resesyondan çıkmış oldu. Diğer taraftan, öncü göstergeler ekonomik aktivitedeki yıllık bazdaki daralmanın 2019’un ikinci çeyreğinde de sürdüğüne işaret ediyor. Sanayi üretim endeksinde yıllık bazda daralma sürerken, imalat PMI 50 eşik düzeyinin altındaki seyrini sürdürerek sektördeki daralmanın devam ettiğine işaret ediyor.

Türkiye ekonomisi, 2019’un ikinci yarısında ılımlı toparlanma eğilimine giriyor

Türkiye ekonomisinin mevcut seyri, 2019 yılının ilk yarısında ekonominin daralacağı, yılın ikinci yarısında ise ılımlı bir toparlanma eğilimine gireceği yönündeki baz senaryomuzla uyumlu bir görünüm sergiliyor. Yılın ikinci yarısında öngördüğümüz toparlanmada; 2018 yılının ikinci yarısındaki daralmanın oluşturduğu düşük baz etkisinin ve enflasyondaki düşüş eğilimi paralelinde TCMB’nin gerçekleştirebileceği faiz indirimlerinin etkili olacağını tahmin ediyoruz. Bu çerçevede, jeopolitik riskler önemini korumakla birlikte Türkiye ekonomisinde büyümenin 2019’un tamamında yüzde 1 düzeyinde gerçekleşeceği yönündeki tahminimizi koruyoruz. Bu dönemde büyümenin kompozisyonunda net ihracatın katkısının ön planda kalmaya devam edeceğini düşünüyoruz.

 “Yeni teknolojilere, ürün ve pazarlardaki değişen eğilimlere entegrasyon kabiliyeti, otomotiv sektörünün geleceği açısından önemli.”

Lokomotif sektör otomotiv, büyümeye katkı sağlamaya devam edecek

Bu çerçevede son bir yılda gerçekleştirdiği 30 milyar USD’nin üzerindeki ihracatı ve toplam ihracattan aldığı yüzde 17’lik pay ile ülkemiz ihracatında ilk sırada yer alan otomotiv sektörünün de büyümeye önemli bir katkı sağlayacağını değerlendiriyoruz. Otomotiv sektörü yüksek katma değer yaratmasının yanında demir-çelik, plastik, kauçuk, cam gibi birçok sektöre de destek oluyor. Küresel otomotiv firmalarının Türkiye’yi bölgesel bir üretim merkezi olarak değerlendirmesi neticesinde ülkemize yeşil alan yatırımı da sağlayan sektör hâlihazırda yaklaşık 2 milyon araçlık üretim kapasitesi ile yan sanayii hariç 50 bin kişinin üzerinde istihdam sağlıyor. Önümüzdeki yıllarda yeni teknoloji, ürün ve pazarlardaki değişen eğilimlere entegrasyon kabiliyetinin sektörün geleceği açısından önemli olacağını düşünüyoruz.

İktisadi faaliyetteki yavaşlama ve iç talepteki zayıf seyir ithalat verilerinde belirgin bir şekilde hissediliyor. Dış ticaret açığındaki düşüş paralelinde cari dengede de iyileşme gözlüyoruz. Mayıs 2019 itibarıyla 12 aylık kümülatif cari açık 2,4 milyar USD ile Şubat 2003’ten bu yana en düşük düzeyine indi. Turizm gelirlerindeki iyileşme ile birlikte yaz aylarında yıllıklandırılmış verilere göre cari fazla vereceğimizi öngörüyoruz. İç talepte beklenen toparlanma ile birlikte yılın son çeyreğinde cari açığın kademeli olarak genişleyeceğini ve 2019 sonunda cari açığın GSYH’ye oranının yüzde 1,5 civarında gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin ana ihraç pazarı konumundaki AB ülkelerindeki ivme kaybının ihracat performansımız üzerinde risk unsuru olabileceğini değerlendiriyoruz.

Son yıllarda ekonomiyi desteklemeye yönelik atılan adımlar, yoğun seçim takvimi ile birleşerek Türkiye ekonomisinin en güçlü yönlerinden biri olan bütçe disiplinine ilişkin soru işaretlerini gündeme getirdi. 2018’de merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 2 ile görece düşük bir düzeyde gerçekleşse de, merkezi yönetim bütçesinin 2019’da son yılların en zayıf başlangıçlarından birini yaptığını görüyoruz. Yılın geri kalanında, yüksek borçlanma maliyetlerinin ve ekonomik aktivitenin seyrinin bütçe performansını baskı altında tutmaya devam etmesini, dolayısıyla, yıl sonu bütçe açığı hedefinin tutturulmasında tek seferlik gelirlerin etkili olmasını bekliyoruz.

Fiyat istikrarının bozulması son bir yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin karşılaştığı sorunların başında geliyor. Döviz kuru gelişmeleri ve gıda fiyatlarındaki yükseliş yıllık tüketici enflasyonunu 2018’in son 4 ayında yüzde 20’lerin üzerine taşımıştı. Şubat 2019’dan bu yana yüzde 20’nin altında seyreden yıllık TÜFE enflasyonunda gözlenen düşüş Haziran 2019’da mevsimsel faktörlerin de etkisiyle belirginlik kazandı. İç talepteki daralma ve Ekim 2018’den bu yana Türk lirasında izlenen görece ılımlı seyir de enflasyon görünümündeki iyileşmeye destek sağladı. Haziran ayı itibarıyla yüzde 15,72 seviyesine kadar inen yıllık tüketici fiyatları enflasyonunun baz etkisiyle Eylül ayında yüzde 10’a kadar gerileyebileceğini; ancak son çeyrekte yeniden yükselme eğilimine girerek 2019 sonunda yüzde 16 düzeyinde gerçekleşebileceğini tahmin ediyoruz.

2019’un ikinci yarısında enflasyonda gözlenmesini beklediğimiz düşüş eğiliminin TCMB’ye faiz indirimi konusunda hareket imkânı yaratıyor.”

2019’un ikinci yarısında enflasyonda gözlenmesini beklediğimiz düşüş eğiliminin TCMB’ye faiz indirimi konusunda hareket imkânı yarattığını düşünüyoruz. Temmuz ayının ilk haftasında TCMB başkanının değişmesinin ardından 25 Temmuz’da gerçekleştirilecek olan Para Politikası Kurulu toplantısı ile başlamasını beklediğimiz faiz indirim sürecinin hızı ve zamanlaması konusunda da farklı görüşlerin gündeme geldiğini gözlemliyoruz. Fiyat istikrarının sağlanmasının öncelikli olduğu bir ortamda izlenecek para politikasına ilişkin yapılacak her türlü açıklama belirsizliklerin azaltılması ve enflasyon beklentilerinin yönetilmesi açısından önem arz edecektir. Ayrıca, özellikle siyasi ve jeopolitik gelişmelerin finansal piyasalarda yaratabileceği muhtemel dalgalanmaların yanı sıra Yİ-ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın yüksek düzeylerde seyretmesinin de enflasyon üzerinde risk yaratmaya devam ettiğini izliyoruz.

Küresel piyasalardaki risk algısındaki bozulmaya ek olarak Türkiye’ye özgü gelişmelerin etkisiyle Ağustos 2018’den itibaren oynaklığın arttığı yurt içi finansal piyasalar 2019’un ilk yarısında da dalgalı bir seyir izledi. Son dönemde başta ABD ile olmak üzere uluslararası ilişkilere yönelik gelişmeler ve yoğun seçim gündemi kurların seyri üzerinde belirleyici oldu. Önümüzdeki dönem için yerel seçim belirsizliğinin ortadan kalkması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilirken, jeopolitik gelişmeler döviz kurları üzerinde önemli bir risk unsuru olarak öne çıkıyor. Diğer taraftan, son dönemde gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikasında ekonomiyi destekleyici yönde bir duruş sergilemeye başlamalarını, yüksek dış finansman ihtiyacı olan ülkemiz açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

Sonuç olarak, son dönemde finansal piyasalardaki dalgalanmalar makroekonomik göstergelerdeki bozulmayı da beraberinde getirdi. Türkiye’nin mevcut belirsizlikleri en aza indirerek kırılganlıklarını yönetmesini ve ekonomik gündeme yönelmesini önümüzdeki dönemin temel öncelikleri arasında görüyoruz. Ayrıca, para ve maliye politikalarının eşgüdümlü olarak çalışması önem arz ediyor. Nitekim, para ve maliye politikalarına ilişkin öngörülebilirliğin artması ekonomiye duyulan güvenin artmasını sağlayacaktır. Daha geniş bir perspektifle bakarsak, giderek zorlaşan küresel rekabet koşullarını, öngörülemeyen olayları ve aşağı yönlü riskleri düşündüğümüzde bir yandan mevcut riskleri yönetirken, diğer taraftan da orta uzun vadeli bir bakış açısıyla yenilikçi bir anlayışa dönmek durumunda olduğumuzu görüyoruz. Uzun süredir konuşulan, ancak ülkemizin yoğun gündeminde geri planda kalan yapısal reformların hayata geçirilmesiyle daha fazla katma değer yaratan bir büyüme modeline geçilmesinin Türkiye’nin yeni bir büyüme hikâyesi oluşturması açısından önemli görüyoruz. Kuşkusuz ki üretimde dışa bağımlılığın azaltılması, yerli üretimin payının artırılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi, ihracat pazarlarının genişletilmesi bunu pekiştirecek unsurlar olacaktır.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next