Koç Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Selva Demiralp

Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

 “Ekonominin 2019’da toparlanma sürecine girmesini ümit ediyorum”

Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp güncel ekonomiyi değerlendirdi ve 2019 öngörülerini paylaştı. Demiralp, “Ekonomimizin dışa bağımlılığını azaltabilmek için içeride verimliliğimizi artıracak bir yapıya geçebilmemiz lazım. Verimliliğimizin artması ise öncelikle yaratıcı düşünmeyi teşvik eden, teknoloji çağına uyum sağlayabilecek yeni nesilleri yetiştirebilmemize bağlı” diyor.

2018’in son iki ayında Türkiye ekonomisinin genel olarak nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz? Türkiye ekonomisini bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

Türkiye ekonomisinin bir stagflasyon sürecinden geçtiğini düşünüyorum. Stagflasyon, resesyon ve enflasyonun aynı anda görüldüğü durumlarda kullanılan bir tanımlama. Normalde ekonomide bir daralma olduğunda talepteki geri çekilmenin fiyatları da aşağı çekmesi beklenir. Ancak stagflasyon durumunda maliyet kaynaklı bir şok ekonomide hem fiyatları artırır hem de talebi azaltır. Türkiye’de Ağustos 2018 sonrası dönemde ivmelenen kur şoku, bu tür bir maliyet şokuna tekabül ediyor. 

Bu noktada ileriye dönük riskler, yaşanan resesyonun süresi ve derinliği ile ilgili. Doğru politika adımlarının atılması bu süreci kısaltır. Eğer etkin adımların atılmasında gecikme yaşanırsa resesyonun derinliği de artar ve toparlanmak daha uzun zaman alır. 

2019’da Türkiye ekonomisinin genel olarak nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz? Bu yıl Türkiye ekonomisini bekleyen başlıca riskler sizce ne olacaktır?

2018 ikinci yarısından itibaren başlayan yavaşlamanın 2019’da bir toparlanma sürecine girmesini ümit ediyorum. 2018’in üçüncü çeyreğinde yaşanan kur şokunun dış borcu oldukça yüksek olan özel sektör üzerindeki etkileri 2019’da daha net bir şekilde gün ışığına çıkacaktır. Kurdaki yükselişin ekonomiye etkileri değişik kanallardan geliyor:

  1. Geliri büyük ölçüde TL cinsinden olan özel sektörün dış borcu artıyor, borcu ödeyememe ve çevirememe riskleri yükseliyor.
  2. Kurdaki volatilitenin yarattığı belirsizlik ithal ara malına dayalı bir üretim yapısında aksamalara yol açıyor. Önünü göremeyen firmalar üretimi ertelemeye çalışıyor.
  3. Kurdan enflasyona olan geçişkenlik oldukça yükseldi. Kurdaki artış enflasyonu vuruyor, enflasyon alım gücünü zayıflatıyor. Bu sefer üretici bir taraftan yükselen maliyetle uğraşırken bir taraftan da düşen talep maliyet yükünün tüketiciye yansımasını geciktiriyor. Bu durum işletmelerin kar payını eritiyor.

Bu saymış olduğum faktörlerin reel sektör üzerindeki net etkileri henüz açıklık kazanmış değil. Ancak bazı şirketlerin batması, daha iyi durumda olanların kurtarılması ve bir sonraki aşamada sorunlu şirketlerin aldıkları kredilerin bankacılık sistemine etkilerinin görülmesi bekleniyor. Bu konuda şeffaf bir iletişim politikası izlenmesi, sorunlu şirket ve banka kredileri için ne şekilde bir çözüm üretileceğinin geciktirilmeden açıklanması, Türkiye’ye olan güveni artıracak ve yabancı sermaye girişini hızlandıracaktır.

 “Henüz Ağustos 2018 öncesi sorunlarımıza çözüm getirebilmiş değiliz”

Döviz kurlarında hareketliliğin bu yıl devam etmesini bekliyor musunuz? Döviz kurlarının seyrinde neler etkili olabilir?

ABD ile ilişkilerimizin iyileşmesi ve rahip Branson’ın geri verilmesi sonrasında kurda önemli ölçüde bir sakinleşme gördük. Kur, ABD ile yaşadığımızı kriz öncesindeki seviyelere döndü. Ancak hatırlamak gerekirse Ağustos 2018’deki gerilim öncesinde de kur ekonomimizin kendi kırılganlıkları sebebi ile oldukça oynak ve yukarı yönlü bir trend izlemişti. Henüz ağustos öncesinde var olan sorunlarımıza etkin bir çözüm getirmiş değiliz. Neydi bu sorunlar:

  1. Yüksek özel sektör dış borcunun global olarak yükselen Dolar karşısında oluşturduğu kırılganlık.
  2. İçeride para politikasının kur ve dolayısı ile enflasyonla mücadelede etkisiz kalması. Merkez bankasının zamanında hareket etmemesi ve enflasyonu hedefe yaklaştıramaması konusunda oluşan olumsuz yargının kurumsal bağımsızlığı sorgulatması ve genel olarak ülke riskimizde artışlar.
  3. Maliye politikasının özellikle 2017 ve 2018’in ilk yarısında sıkı para politikasına destek vermemesi. Sıkı para politikası ile gevşek maliye politikasının aynı anda uygulanması. Popülist politikalarla hızlı büyüyen Türkiye’nin yüksek enflasyon riski yaratması.
  4. Ağustos sonrası yaşanan kur şokunun reel ekonomiye etkileri ve hasarın ne şekilde temizleneceği konusunda net bir yol haritası açıklanmamış olması.

Bu sorunlardan ilk ikisi konusunda bir ilerleme kaydedebildiğimiz söylenemez. Öte yandan üçüncü madde konusunda bir ilerleme kaydetmiş olduğumuzu düşünüyorum. Haziran seçimlerininin hemen sonrasında büyüme odaklı politikalara devam mesajı veren hükümet, birkaç ay sonra açıklanan YEP ile sıkı maliye politikası ve düşük büyüme yönünde bir tercih kullanacağını belirtti. Bu tercih piyasalar tarafından olumlu karşılandı ve kurdaki geri çekilmede yol oynadı. Çünkü enflasyon pahasına, potansiyeli zorlayarak gelecek büyümenin uzun vadede yaratacağı hasar çok daha büyük oluyor. Bu farkındalığın oluştuğuna dair verilen mesajlar şüphesiz olumlu. Bununla birlikte halihazırda en hassas olan madde dördüncü madde ve henüz kur şokunun yarattığı hasarın nasıl temizleneceği konusu muğlak. Bu konuda yapılacak açıklamalar ve atılacak somut adımlar kuru geriye çeker ve oynaklığını azaltır. Ancak yaşanacak gecikmeler ise kurda tekrar yukarı yönlü baskı oluşturur.

Tüketici ve finansman kredilerindeki durumu değerlendirebilir misiniz? Önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izleyeceklerini düşünüyorsunuz?

Türkiye’de şu anda iktisatta “kredi sıkılaşması” (credit crunch) dediğimiz olguyu yaşıyoruz. Kredilerde esas olarak arz kaynaklı bir geri çekilme var. Yani bir taraftan kredi hacmi azalırken bir taraftan kredi faizi artıyor. Bu durum bankaların ellerindeki kaynaklardaki azalma, risklerde artış, sorunlu kredilerde artma gibi sebeplerden kaynaklanıyor olabilir. Kredi/mevduat oranında yüzde 140 gibi değerlere ulaşılması bankaların kaynak konusunda yaşadığı sorunları gösteriyor. İçeride yerli kaynak havuzu kururken dışarıda da durum çok iç açıcı değil. Bir taraftan Türkiye’nin artan kredi riskli, öbür taraftan Fed ve ECB gibi merkez bankalarının kriz sonrası dönemde enjekte ettikleri likiditeyi kısmaya başlamış olmaları dış fonları da azaltıyor.

Kredi başvurularında giderek daha riskli bir havuz oluşması iktisat teorisi ile tutarlı. Bir tarafta kurdan gelen darbe ile sermaye kaybına uğrayan bir reel sektör var. Öte yandan hızla geri çekilen talebin üretim imkanları ve satışlara getireceği sınırlama var. Bu faktörler banka açısından daha fazla risk demek. Ayrıca yüzde 35’lere varan kredi faizleri, riski düşük şirket ve tüketiciler için kredi alma konusunda caydırıcı olurken her ne pahasına olursa olsun likidite arayan şirketler riski yüksek şirketler oluyor. Bu şartlar altında bankaların seçici davranma sebeplerini anlamak zor değil.

Kredi sıkılaşmasının kademeli olarak son bulması ve kredilerin tekrar artışa geçmesi ekonominin içinde bulunduğu olumsuzlukların düzelmesine paralel bir seyir izleyecektir. Kurdaki volatilite azalıp sular durulduktan sonra bankalar sağlıklı şirketleri daha rahat görebilecek ve kredi verebilecektir. Bunu takiben ekonominin resesyondan çıkması talebi güçlendirecek bu durum risk profilini düşürerek bankaların kredi verme konusundaki istekliliğini artıracaktır.

Halen Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı konumundaki Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişmeler göz önüne alındığında belli başlı ekonomiler açısından neler bekliyorsunuz? Önümüzdeki süreçte FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın izleyeceği politikalar hakkında öngörülerinizi alabilir miyiz?

Avrupa bölgesindeki büyüme geçen seneye göre bir parça ivme kaybetmiş olsa da devam ediyor. Bu nedenledir ki ECB varlık alım programını bu sene sonunda sona erdireceğini bildirdi. ABD cephesinde işler çok daha pozitif. ABD ekonomisi kriz sonrası dönemde hiç olmadığı kadar güçlü durumda. Fed bu sene bir faiz artırımı daha yapacağını söylerken gelecek sene üç faiz artırımına daha gideceği sinyalini veriyor.

Bu gelişmelerin bizim açımızdan iki etkisi var. Bir tarafta güçlü bir ABD ve özellikle de güçlü bir Avrupa ihracat pazarımızın güçlü olmasını sağlıyor. Özellikle iç talebin düşük olması beklenen 2019’da ihracat rakamlarında yaşanacak artış bize cansuyu verecektir. Öte yandan dışarda para musluklarının kısılması yabancı sermaye ile büyüyen ekonomimizde dış kaynağın daha zor ve daha pahalı elde edileceğini gösterecek ki bu da işin olumsuz boyutu.

Ekonomimiz yönünden ne gibi adımlar atılmasına ihtiyaç var?

Ekonomimizin dışa bağımlılığını azaltabilmek için içeride verimliliğimizi artıracak bir yapıya geçebilmemiz lazım. Bunu söylemesi kolay, uygulaması zor. Bir grup yapısal reform zincirini gerektiriyor. Verimliliğimizin artması, öncelikle yaratıcı düşünmeyi teşvik eden, teknoloji çağına uyum sağlayabilecek yeni nesilleri yetiştirebilmemize bağlı. Yani kapsamlı bir eğitim reformu gerekiyor. İçeride hukuk sisteminin etkin, yargının bağımsız çalışması, düşünce ve mülkiyet haklarının korunabilmesi, kurumsallaşmanın oturması lazım. Rekabet gücümüzün yüksek olduğu sektörlerin tespit edilip bu sektörlerde yatırımı teşvik edici adımlar atılması gerekiyor. Bir taraftan iş imkanları artarken bir taraftan kadınların işgücüne katılımını teşvik etmek gerekiyor ki hep övündüğümüz dinamik genç nüfus üretimde aktif hale gelebilsin.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next