Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşen Kaya Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Ayten Ayşen Kaya

Ege Üniversitesi İİBF İktisat Fakültesi Bölüm Başkanı

Hızlı büyüme günlerine dönmek yeni politikalarla mümkün

Türkiye’nin var olan ekonomik yapısıyla2011 öncesindeki hızlı büyüme oranlarınıyakalayabilmesi için yeni politikalaruygulaması gerektiğini belirten Prof. Dr.Ayten Ayşe Kaya Türkiye ekonomisininönündeki riskleri, Euro bölgesindekidaralma, küresel faiz artışı ve yüksek enflasyon olarak sıralıyor. Prof. Dr. Kaya, “Araştırmalar, 2017 yılında dünya ekonomisinde iyileşmenin süreceğini gösteriyor. Ancak küresel çapta verimliliğin düşüşü, petrol fiyatlarındaki gerileme ve jeopolitik sorunlar ülkeler için ciddi riskler oluşturuyor” diyor.

En hızlı büyüyen ülke ABD olacak

IMF’nin kısa bir süre önce yayımlanan Dünya Ekonomik Görünüm (WEO) Ekim 2016 raporunda, küresel ekonominin son durumu ve beklentiler ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor. Raporda küresel ekonominin 2016 yılında yüzde 3.2 oranında büyümesi öngörülürken 2017 yılında ise küresel ekonomideki iyileşmenin devam etmesi bekleniyor.

Raporda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ayrı ayrı değerlendiriliyor ve gelişmiş ülkelerin 2015 yılında yüzde 2.1 oranında büyüdüğü, 2016 ve 2017 yıllarında da sırasıyla yüzde 1.6 ve 1.8 oranında büyümesinin hedeflendiği belirtiliyor. Gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyümesi ise 2015
yılında yüzde 4 olarak gerçekleşirken, 2016 ve 2017 büyüme beklentileri sırasıyla yüzde 4.2 ve yüzde 4.6 olarak ifade ediliyor.

Gelişmiş ekonomilerin baş aktörlerine bakılacak olursa, ABD ekonomisinin 2016 yılında yüzde 1.6, 2017’de ise büyüme performansını arttırarak yüzde 2.2 büyüme oranına erişmesi bekleniyor. Bu saptama, ABD’de ekonomik büyümenin süreceğini gösteriyor. 2016 yılı büyümesi yüzde 1.7 olarak beklenen Euro bölgesinin ise 2017 yılında bir miktar hız kaybederek yüzde 1.5 oranında büyümesi öngörülüyor. İngiltere’de 2016’da yüzde 1.8 gerçekleşmesi beklenen büyüme oranının 2017’de yüzde 1.1’e gerilemesi bekleniyor.

Gelişmekte olan ülkeler kendi içinde farklılıklar barındırıyor. Asya’daki en yüksek büyüme değerlerini gösteren ülkelerden biri olan Çin’in beklenen büyüme oranı, 2016’dan 2017’ye yüzde 6.6’dan yüzde 6.2’ye gerileyecek. Asya’nın büyüme performansı güçlü olan bir diğer ülkesi Hindistan’ın ise yüzde 7.6 büyüme oranını bu ve gelecek yıl koruması bekleniyor. Rusya’nın ise 2016 yılında yüzde 0.8 oranında küçüleceği öngörülüyor ancak 2017 yılında artıya geçerek yüzde 1.1’lik bir büyüme performansı sergileyeceği kaydediliyor.

Gelişmekte olan ülkeler faiz artırmak zorunda kalacak

23 Haziran 2016 günü İngiltere, Avrupa Birliği’nde kalıp kalmayacağını halk oylamasına sundu ve yüzde 52 oranıyla ayrılma kararı verdi. Bu durumun küresel ekonomide ne gibi sonuçlara yol açacağı hala belirsizliğini koruyor. Yine IMF’in raporuna dönersek, ABD ekonomisinin 2017 yılında yüzde 2,7 büyüme ve yüzde 2,6 enflasyon oranına sahip olması öngörülüyor. Bu durum, bizim gibi dış finansmana bağlı ekonomiler açısından olumsuz bir etki yaratacaktır. Çünkü büyüme ve dolayısıyla enflasyonda böyle bir yükseliş Fed’in birkaç kez faiz artıracağı anlamına geliyor. Zaten Fed’in aralık ayında faiz artırımına gideceğine kesin gözüyle bakılıyor. ABD, Euro bölgesi ve Japonya gibi küresel aktörlerin, 2008 yılından itibaren krizin etkilerinden kurtulmak ve krizden çıkmak amacıyla yürüttükleri faiz oranlarını düşürerek ekonomiyi canlandırmaya yönelik politika uygulamalarının sonuna gelindi. Bunun da gelişmekte olan ülkelere yansımaları olacaktır. Bu ülkeler dış sermaye yatırımlarını ülkelerine çekmek için faiz artırımına gideceklerdir.

Verimlilikteki düşüş riskleri artırıyor

Küresel anlamda düşük verimlilik oranları da bir diğer ekonomik risk unsurunu oluşturuyor. Bu nedenle, tüm ülkeler rekabet gücünü ve verimliklerini artırmak yani yeniden büyüme trendinin yakalamak için reformlar yapmak zorundalar. G20 Liderler Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde de bu konuya dikkat çekilerek uluslararası ticaret ve kalkınmanın canlandırılması, kapsayıcı ve sürdürülebilir küresel kalkınma, yenilikçi ekonomik büyüme ve rekabetin desteklenmesi gibi yapısal reformların gerekliliğine vurgu yapıldı.

Diğer küresel risklere baktığımızda, Çin ekonomisinin yavaşlaması sadece çevre ülke ekonomilerini değil tüm dünya ekonomisini etkiliyor. Çin’de ihracatının yavaşlaması, emtia fiyatları üzerinde düşürücü etki yaratıyor. Petrol fiyatlarındaki düşüşler, petrol arz eden ekonomiler açıdan sorunlar yaratacak. Örneğin, petrol fiyatlarının düşmesinden etkilenen Rusya da devam eden bir resesyon gibi... Savaşlar ve terörizm gibi jeopolitik riskler de küresel ekonomiyi tehdit ediyor.

Türkiye borçlanarak büyüyor

Hükümetin gelecek üç yıla ilişkin ekonomik hedeflerini ve
bu hedefleri hangi ekonomik politikalarla gerçekleştirmeyi tasarladığını açıklayan Orta Vadeli program (OVP) her yıl ekim ayında açıklanıyor. Geçtiğimiz ay açıklanan revize edilmiş programa göre, 2016 yılı büyüme değerleri Orta Vadeli Program’da (2017-19) yüzde 4,5 olarak belirtilmişken revize edilerek yüzde 3,2’ye düşürüldü. 2017’deki büyüme beklentisi ise yüzde 5’ten 4,4’e çekildi.

2016 yılının ikinci yarısındaki büyümenin kaynaklarına baktığımızda, yatırımlardaki artışın sınırlı kaldığını, ihracatın
da büyümeye negatif katkı yaptığını görüyoruz. Büyümenin
esas kaynağının yanında hane halkı tüketim harcamaları ve kamu harcamalarının büyümeyi destekleyecek şekilde arttığını görüyoruz. Yani hala iç talep kaynaklı büyüme devam ediyor. Ekonomik büyüme önündeki bir diğer engel ise düşük tasarruf oranı. Milli gelirin yüzde 14’üne denk gelen bu tasarruf oranını, kısa vadede değiştirmek pek mümkün görünmüyor. Bu durum, ülkemizi yurt dışı tasarruflara bağımlı hale getiriyor. Büyümenin finansmanında dış kaynaklara bağımlı hale gelindiğinden kırılgan bir ekonomik yapı oluşuyor, yani borçlanarak büyüme...

Son dönemde ekonomide yatırım ve ihracatın zayıf bir seyir sergilediği görüyoruz bu da yakın gelecekte ortalama yüzde
3 civarında hatta altında büyüme oranlarında kalacağımızı gösteriyor. Türkiye ekonomisi son yıllarda özellikle 2011’den beri daha yavaş bir büyüme eğilimine girdi, 2011 öncesindeki hızlı ekonomik büyüme oranlarına tekrar dönülmesi zor gibi görünüyor. Bu yapı ne kadar sürdürülebilir? Artık bunun da sonuna gelindi. Bunu aşmak yeni politikalarla mümkün olabilir.

Türkiye ekonomisini önümüzdeki dönemde nasıl bir süreç bekliyor? Ekonomik ve politik risk beklentileri nelerdir?

Yukarıda da değindiğim gibi Euro bölgesinin daralma eğilimine girmesinin Türkiye’nin ihracatı açısından olumsuz bir etki yaratacağını belirtmek isterim. Avrupa piyasasındaki bu durum, Türkiye’nin dış talebinin daralmasına yol açacak, dolayısıyla ekonomik büyümeyi de etkileyecek. 


Ayrıca İngiliz ekonomisinin daralma eğiliminde olmasının da Türkiye’yi olumsuz etkileri olacaktır. Çünkü İngiltere, Türkiye’nin AB ülkeleri arasında Almanya’dan sonra en fazla ihracat yaptığı ülke ve toplam ithalatımızda beşinci sırada bulunuyor. 


Bir diğer risk ise küresel faiz artışının yaşanacak olması. Bu Türkiye’de faiz artışını zorunlu hale getirecek haliyle de Türk Lirası hızla değer kaybedecek. 


Türkiye’de enflasyon giderek büyüyen bir sorun haline geldi. Enflasyon oranları birçok gelişmiş ülkede yüzde 2’nin altında, gelişmekte olan ülke ortalaması ise yüzde 3-4 seviyelerinde. Oysa son birkaç yıldır Türkiye’de ortalama yüzde 8 civarında seyreden bir enflasyon görüyoruz. OVP’de enflasyon hedefi bu yıl için 7.5, 2017
yılı için ise yüzde 6.5 olarak öngörülüyor. Merkez Bankası uzun zamandır yüzde 5 enflasyon oranı hedefliyor. Bu değere ulaşılamamasının nedeni, hedefe ulaştıracak politikaların tam olarak uygulanmaması şeklinde yorumlanabilir.

Uluslararası endekslerde gerileme yaşıyoruz

Ekonomik büyümeyi sağlamak için rekabet gücünü ve verimliliği artırmak gerektiğini biliyoruz. Dünya Ekonomik Forumu 2015- 2016 Küresel Rekabet Raporu’na göre ilk üç sırada İsviçre, Singapur ve ABD bulunuyor. Türkiye, 140 ülke arasında 51’inci sırada yer aldı. Bir önceki sıralamanın yapıldığı 2014 yılına göre altı basamak geriledi. Geçen yıl olduğu gibi Küresel Rekabetçilik Endeksi bileşenleri içinde en iyi performans 16’ncı sırada yerini koruyan pazar büyüklüğü kaleminde gösteriliyor. Türkiye Kurumsal Yapılanma Endeksi’nde ise 75’inci sırada yer alarak en büyük düşüşü yaşadı. Raporda “Ülkedeki hassas siyasi dönem (Haziran 2015 seçimleri) ile jeopolitik çatışmaların birleşmesi sonucunda oluşan belirsizlik ortamı, Türkiye’nin kalkınmasında ciddi rolü olan özel sektör yatırımlarının ve özellikle uluslararası yatırımların yavaşlamasına neden olmuştur” ifadesi yer alıyor.

YENİLİKÇİ ŞİRKETLERİMİZİN SAYISI ARTMALI

Her şeyin hızla değiştiği bir dönem içindeyiz. 2008-2010 yılları itibarıyla 4. Sanayi Devrimi olarak ifade edilen bir dönem başladı. Bu dönemde tekno- lojik devrimle birlikte maliyetlerde ciddi oranda azalma, verimlilik ve esneklikte de artışların olması bekleniyor. Bu de- ğişim ve dönüşümü gerçekleştirebilen şirketler, ulusal ve küresel rakiplerine karşı büyük bir rekabet üstünlüğü yaka- lamış olacaklar. Türkiye’nin ihracatında önde gelen sektör olan otomotiv sektö- rünün de dünyadaki gelişmeleri ve bu yeni dönemin dinamiklerini çok iyi de- ğerlendirmesi ve gerekli uygulamaları eş anlı olarak yerine getirmesi uygun olacaktır. Türkiye’deki rekabeti güçlen- dirmek için değişim ve dönüşüme ayak uyduran güçlü ve dayanıklı kurumlara ve yüksek yenilik performansı gösteren firmalara ihtiyacımız var diyebiliriz. 



Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next